Türk sinemasının en iyi aktörlerinden biri kabul edilir Haluk Bilginer. Yanılmıyorsam yakın zamanda da Amerika’da oldukça iyi bir ödül de aldı. Haluk Bilginer “Sinemada” dedi “sözle söyleyemediklerimizi söylüyoruz ”. Evet sinema sözden çok şey anlatır.
Bir psikiyatristin yazısından anımsıyorum. Kanada’ya Dünya Psikiyatri Kongresine katılıyor doktor. Dünyanın en prestijli psikiyatri toplantısı. “Akşam otel odasında bir film seyrettim” diyor , “Toplantıda öğrendiğimden daha fazlasını o filmden öğrendim psikiyatri adına “.
Böyledir sinema sanatı. Tak diye öğrenirsiniz bir sahneyle.
Geçen hafta seyrettiğim filmden bir konuşma nakledeyim:
Ben de o psikiyatrist gibi çok şey öğrenmiş oldum. Daha önce hiç rastgelmemiştim . Öylesine uçuk kaçık hayali senaryo yazarsın tamam ama bu film gerçek olaylardan esinlenme idi.
Evlatlık olarak varlıklı bir ailede büyüyen ,bunu da bilen genç, 20’lerinden sonra gerçek annesini bulmak istiyor, anıları var annesiyle ,ailesiyle , 3-4 yaşında iken kaybolmuştu.Buradan anımsıyor.
Niyetini , kendini büyüten annesine açıklıyor, mazur görülmek istiyor arama çabasının, arada konuşurken, büyüten annesine “ senin çocuğunun olmamasından dolayı çok üzgünüm “ dedi.
Kadın “hayır benin çocuğum olmuyor değildi “ dedi ; evlatlık genç ilk defa öğrenmiş oldu.
-“Dünyada iyi bir yaşam şansı bulamamış çocukları büyütmek, sahipsizlerden birilerine fırsat sunmak istedim, baban da böyle düşünenlerdendi, zaten ona da bu yüzden aşık oldum“
Çocuğun anca ağlamaya gücü yetti içinde taşan hayranlık duygularıyla.
Bu nokta sanırım bizim de merhamet sınırımızı aşıyor. Burası başka bir boyut, başka bir evrimleşme.
Casus adında biri dizi var. Mossad ajanının yaşam öyküsü. 1960’lı yıllar. Suriye’de epey iş çevirdikten sonra yakalanıyor. İdam edilecek artık. Dünyada araya giren çok oluyor ama Suriye affetmiyor. Ajan asılarak idam ediliyor. Son arzusunu yerine getiriyorlar. Ajan eşine mektup yazıyor. 3 çocuğu var . Eşi 40 yaşından küçük. Mektup gerçek. Mektupta eşine “ benden sonra mutlaka evlenmelisin, biriyle evlen ” diyor. Yaşama veda ederken mektupta aklına gele gele bu geliyor. Mesleği icabı ailesine zaman ayıramamanın ezikliği ile eşini cesaretlendirmek mi istemişti?
Merak edip geri kalan yaşamına baktım dul kadının. İnternette ara tara buldum. Evlenmemiş. Eşinin vasiyetini yerine getirmemiş.70’lerinde falan ölmüş.
Doğu Almanya zamanında, komünist rejime ihanetle suçlanan bir yazarı izlemekle görevlendirilen ajan, yazarın özgür düşüncelerinden etkilenerek gizlice onu koruyor. Ele vermiyor. Amirleri anlıyor ama kanıtlayamıyorlar, sadece bu ajanın hayatını altüst ediyorlar. Bir bodrum katta arşiv memuru yaparak cezalandırıyorlar.Halbuki önü açık bir subaydı, yüzbaşı binbaşı,yarbay, albay, tuğgeneral ilerleyecekti.
Yazar izlendiğini ama en sonunda bu ajan tarafından korunduğunu da anladı. Rejim her baskıcı rejim gibi çöktü. Eski ajan , yeni Almanya’da bodrum kattan kurtuldu ama sıradan bir gazete dağıtıcısı oldu. Yazarsa , eski dosyalardan kendini izleyen ama koruyan ajanı buldu. Onu sokaklarda izledi ama konuşmadı. Sonra bir kitap yazdı. Kitabın adını” İyi bir insan için sonat” koydu. Eski ajan, yeni sokak gastecisi kitabın reklamını kitapçının vitrininde gördü, zaten adamdan etkilenmişti, kitabı satın almak istedi, aldı, önsözü okurken kitabın kendine ithaf edildiğini gördü. O da kalakaldı ben de. Hayatımda çok az sahneden böyle etkilenmişimdir.
Doğru bir şey yapıp bedelini ödemek ama hiç pişman olmamak.
Bir cümle ithaf: Bu kitabı ben sana yazdım dostum.
“Ahlat ağacı” filminde yazar olmaya çalışan , atananamış Türkçe öğretmeni genç , yazdığı kitabı uzun süre parasızlıktan bastıramaz. Halbuki o kitaba tüm hayalini koymuştu.
Sorumsuz! bir babası var, at yarışçısı ,borçlu. Annesi ve kızkardeşiyle beraber babayı hırpalıyorlar.
Çocuk askere gider gelir, dönüşte kitabı da nihayet basılmıştır. Kitaplar eve gelmiş, annesi ve kızkardeşi yazılan kitabı hiç merak etmemişler, bir kenara attıkları kitap kolilerini yağmur suyu basmış. Anne ve kızkardeş bazılarını kurutarak kurtardıklarını söylüyorlar marifet gibi. Babasının da emekli olup tek başına bir köyde yaşamaya başladığını öğreniyor, iyice delleniyor.
Baba ,köydeki evleri için bir su suyusu açma hırsı yüzünden yıllardır kıramadığı ama sürekli de kırmaya çabaladığı bir kaya ile uğraşmaktadır.
Köye hesap sormaya gidiyor genç, bir bakar ki babası kitabını satır satır okumuş, altını çizmiş, bazen kendince eklemeler yapmış, kitabında babasına dokundurduğu yerleri bile babası büyük bir alçak gönüllükle kabullenmiş özeleştirisini yapmış. Taze yazarın ilk eleştirmeni babası, hem de en ince ayrıntısına kadar.
Film şu sahne ile bitiyor, ben de bitiyorum, son sahneyi sözle anlatamıyorum tıkanıyorum ama yazabilirim :
Sabah uykusundan gizemli bir ses ile uyanıyor baba . Uyku ile uyanıklık arasında.
Evlat, babasına yıllarca duyduğu öfkenin pişmanlığından sabah ilk iş kuyuya girip kayayla uğraşmak oluyor. Babayı uyandıran ses kazma sesi. Baba oğul sevgisini yeniden canlandıran ses.
Türk sinemasının kalburüstü bu filmi akıl dolu, incelik dolu sevgi dolu, merhamet dolu bu finalle son buldu.
Tavsiye ederim.