Son bir haftadır havalardan mıdır nedir dengesizlik çok bende… An geliyo önüme gelene sarılasım geliyo, an geliyo elime kızılcık sopasını alıp kıl olduğum tiplere dalasım geliyo.. Normal bişey mi bu? Beni yakından tanıyanlar “Sen zaten oldun olalı dengesizsin , şaşıracak ne var bunda” beyanları çoğunlukta.. Beyanları esas kabul etmek pek işime gelmiyo.. Yazı bile yazasım yok, o dereceyim yani… “Koca koca demirler düzeliyor fabrikalarda, sen de düzelirsin” diyerek motive etmeye çalışanlarda çok etrafımda… Hayırlısı inşallahhh…
Böyle bir psikoloji ile 3 evlek büyüklüğündeki odamda masamın başına oturup bugün ki yazıma başlayayım dedim… Beynimizde okyanuslara sığmayacak büyüklükte fikir kırıntıları olduğu için, bugün okurlarımı hangi konuda engin fikirlerimi aktarayım diye şööle konu başlıklarını beynimde bi süzdüm… 10 dakika, 20 dakika derken konu seçimi konusunda geldiğim son nokta ‘bildiğim bir şey varsa, o da hiçbir şey bilmediğim(miş)’ diyerek, bilmediğim, bir yerlerden okuduğum, doğruluğundan emin olamadığım ama bana ilginç gelen tarihi bir olayı sizinle paylaşmak istedim.
TARİH ÖNEMLİ…
Geçenlerde bahçedeki ağaçlara çektiğim renkli ışıkların altında, yönetmen sandalyesine oturup, akşam vakti elime aldığım araştırmacı yazar Etem Ruhi Güngör’ün “Türk Marşları” kitabını okuyomuş gibi yaptığım ve o sırada “haberim yokmuş gibi birde resmimi çek panpa” diye tembih ettiğim sırada okuduğum kitapta bişey dikkatimi çekti… Osmanlı Devleti’nde belirgin bir milli marş yokmuş.
Osmanlılarda padişahların her birinin kendine mahsus marşı olduğundan resmi törenlerde bunlar çalınır, milli bir marş eksikliği kimi zaman sıkıntılara yol açarmış.
Gerekli gördüğü hallerde, ortama ayak uydurabilmek için zabitlerimizin tekbirler getirdiği ya da türküler söylediği o günden bugüne aktarıla gelen söylencedir.
- yüzyılın yaşanmaya başlandığı yıllarda hangi padişahın marşının çalınacağı bilinemez, törenlere katılanların başına enteresan şeyler gelirmiş.
“HAMSİ KOYDUM TAVAYA” BİLE SÖYLENMİŞ…
Bir spor takımımızın bayrağı göndere ‘hamsi koydum tavaya’ ile çektirdiği, Kiel Kanalı’nın açılışına katılan donanma bandosunun marş yerine bir çocuk şarkısı çaldığı, Birinci Dünya Savaşı bitiminde Osmanlı ordusundaki bir grup Alman askerin ‘Deutschland Über Alles’ine karşılık, bizimkilerin akıllarına ‘tekbir’ getirmekten başka bir şey gelmediği yazılır. Mutlaka bazılarını bir yerlerde okumuş, duymuşsunuzdur.
Ama incelikli ve trajikomik bir tanesi var ki onu da kitaptan anladığım kadarıyla aktarayım size…
1900’lü yılların başlarında, topraklarımızın kara sınırları orduların kontrolü altında olmasına rağmen, denizden tamamen işgale ve saldırıya açıktı. Hali hazırdaki donanma yeterli donatıma sahip değildi. Bu arada İtalyanlar Trablusgarp Harbi’ni devam ettiriyo, Beyrut’u bombardımana tabi tutuyo ve Ege’deki adaları işgal ediyodu. Arka planında hep donanmasının üstünlüğüne güvenmesi yatıyodu. Büyük bir savaşın ayak sesleri de yavaş yavaş duyulmaya başlanmıştı. Artık donanmayı yeniden yapılandırmak bir izzet-i nefis hikayesine dönmüştü.
YENİ GEMİLER ŞART…
Dönemin yönetimi bu inançla 1911’de bir İngiliz firmasına iki ‘süper dretnot’ siparişi vermişti.
Bu gemilere ‘Sultan Osman’ ve ‘Sultan Mehmet Reşad’ adlarının verilmesi kararlaştırılmıştı.
En son teknolojiyi yansıtan silah ve toplarla donatılacak gemilerin en kısa zamanda teslimi konusunda anlaşılmıştı. Zırhlılar 7,5 milyon sterline mal olacaktı. Ama para da yoktu. Ülkede maaşların ödenemeyeceği söylentisi yayılmış, zırhlılar için destek kampanyası başlatılmıştı.
Bizim için yapılmış olan harp gemisinin kızaktan indirilişi töreninde bulunmak üzere İngiltere’ye bir Türk heyeti davet edilmiş.
Tabii ki öncelikle nutuklar atılmış. O günlerde de kızaktan indirilen geminin burnunda şampanya patlatmak adetten. Ancak bu ritüelden önce İngiliz denizcileri kendi milli marşlarını okumuş, bizimkilerin de karşılık vermesini beklemeye başlamışlar.
Etem Ruhi Güngör’ün “Türk Marşları” kitabına göre olayın bundan sonrası biraz tiraji komik… Bizim denizcilerimiz söyleyecek bir marş bilmedikleri için önce birbirlerine bakmışlar, sonra müstakbel çarkçıbaşı durumun önemini hissetmiş ve arkadaşlarına dönmüş:
‘Arkadaşlar, ‘Entarisi Ala Benziyor’u biliyor musunuz?’
‘Biliyoruz.’
‘O halde hep beraber: Entarisi ala benziyor / Sultan Reşat bana benziyor.’ türküsünü söylemeye başlamışlar.
GEMİLERDE GELMEMİŞ…
Etem Ruhi Göngör, hikayeyi böyle anlatmış. Hikaye aktarıcıları belki olaya hem mizahi hem de trajik bir yan katmak istemiş olabilirler. Esasen trajikomikten daha ziyade trajik bir yönü var hikayenin.
Aslında bu süper dretnotlar hiçbir zaman alınamamış. İngilizler o günlerde tarafsız oldukları için teslimatı engellediğini yazan da var, parası ödenmediği için teslim edilmediğini söyleyen de.
Bu kasvetli olaydan bize ‘entarisi ala benziyor’ gibi güzel bir hikaye kalmış işte.
Doğru ya da yanlış, ben o kadarını bilemem ama okuduğum kitapta yazılanlar böyle söylüyo…
** – **
Bu günlükte bu kadar…. Havaların bi sıcak, bi serin gittiği şu günlerde giydiğinize de, gittiğiniz yere de dikkat edin… Üşütmeyin.. Yeni yazımıza kadar lütfen herkes kendine iyi baksın…