

İş hayatı zor beee… Sabahın köründe, yatakta sağ tarafınızdan sol tarafınıza dönüp kıvrılıp yatmak varken, kalkıp işe gitmek bile başlı başına bi işkence… İster özel sektör çalışanı ol, ister memur ol, ister esnaf ol, hepsi de aynı… Haftada 5-6 gün her sabah kalkıp işe gitmenin hiç pembe bi tarafını bulamıyom. Hep gri, hep kara… Anasının karnından boncukla doğan 3-5 kişiyi saymazsak, herkes her sabah aynı stresle güne başlıyo…
Sabahın köründe okula gidende, kalkıp işe gidende hep mutsuz… Hele ki havası gibi, kendi kara bahtı kara Karabük’te yaşıyorsan güne 2-0 mağlup başlıyon… Havamız gibi, suratlarımızda hep gri, hep donuk…
Tamam tamam içinizi daha da karartmayacam.. Kısa kes Aydın havası olsun sözünden yola çıkıp damara bağlamadan bugün ki yazımıza geçiyom hemen…
Bugün temel eğitimden başlayıp, akıl sağlığımız niye böyle? ye kadar devam eden konulara el atacam… Bilgisayarın tüm tuşlarına basmaya başlıyom o vakit…
İLK DÜĞMEYİ YANLIŞ İLİKLERSEN, ÖYLE GİDER…
Abaküsü bilir misiniz?? Tabi ki bilirsiniz… Hani şu boncukları sayarak toplama çıkartma yapılan alet… Bizim zamanımızda İlkokulda zorunluydu… Alışkanlık yapıp okul bittikten sonra da bunu kullanmaya devam eden nice arkadaşım vardı… Adam 35 yaşına gelmiş, bakkala manava abaküsle giderdi… 3 tane domates, 2 salatalık. Kaç etti? 5.. Çek 5 boncuğu sağ tarafa… Yanına 2 tane de ekmek alınca oldu mu sana 7… Çek 2 boncuk daha…
Hayata abaküsle başlayan birinden, Matematik profesörü çıkacak diye bekledi Milli Eğitim yıllarca.. Sonuç? Boncuklar bi tarafımıza kaçtı…
Önüne gelene sor, sayısalcı diye tabir edilen matematiği seven bulamazsın… Bir çok kişinin direk cevabı “Ben sözelciyim”.. Görende her gün elinden kitap düşmeyen biri sanacak… Sözelciymiş.. Sanki sözelci olup roman yazıyo haspam…
Aynı şeyi ortaokulda Flütle denedilerdi… Bizim kuşakta olup ta ortaokulda flütü olmayan bi kişi bile yoktu… Peki her yıl binlerce çocuk “yağ satarım bal satarım” ı çaldığı flütü geliştirip te, içinden bi tane bile Flütöz çıkartabildi mi? Ben şahit olmadım.. Ama flütten, kavala geçip çobanlık yapanları gördüm…
YENİ NESİL PATRONLARA SELAM OLSUN…
Bizim meslekte de aynı… Gazetecilikte, elde abaküsle gezende var, yeni nesil gazeteci de… Misal Sedat KARAOĞLU, yanında abaküs olmadan yazı yazamaz. Ona bakıp feyz alıyomuş… Neyse Sedat meselesini uzatmayacam, sonra sinirini gidip benim patrondan çıkartıyo…
Nerde kalmıştım… Heh hatırladım… Çoğu insan bizim gazetecilik işlerini pek bilmez… Derinliği 15 bin fitten başlayan, yüzey alanı 46.542 hektarı geçen bu meslekte personel çalıştırmakta zordur… Her profesyonel patron gibi Semih GÜLEN’in de bu konuda hakkını yiyemem… Kendini geliştiren patronlar arasında… Hala ABAKÜS’le hesap yapan patronlar varken, bizim ki YENİ NESİL patronlardan… En son gazetemiz KARABÜK GÜNDEM’de çıkarttığı icat, “MOMENTO uygulaması”…
HERŞEY MOMENTO İÇİN…
Şimdi diyeceniz ki, o da ne? Haklısınız.. Sorun ki öğrenebilesiniz… Şimdi kim Google’ı açıp ta bakacak ki MOMENTO nedir diye? Üşengeç bi okur kitlem olduğunu bildiğim için sizi yormayacam…
Momento: Çalışan Ödüllendirme Sistemi.. Sadakat Programı.. Yani işin özeti, iyi çalışan personellere, bir nevi ödül metodu… Misal geçen haftaki Kurban Bayramından önce sevgili patronum Semih GÜLEN şahsıma bir KOÇ hediye etti.
Neden sadece bana indi KOÇ?? Çok mübarek biri olduğum için mi?
Değil..
Onun yapmaya çalıştığı diğer yazarları gaza getirme yöntemi bu…
Mesela bakın Spor Servisimize… Soner MANAV’ın başında olduğu Spor Servisine KOÇ geldi mi? Gelmedi.. Sadece bana indi koç.. Demek ki gazetemizi hem ulusal da, hem de yerel de gayet te başarılı temsil ediyorum ki, Kent Meydanındaki direğe ismi verilesi patronum Semih GÜLEN sadece bana gönderdi koçu.. Onlarda gayret gösterse, belki koç olmasa bile, bi hindi olur, bi tavuk olur onlara da gelir… Kısmet…
BENCE DE, BEN HAKLIYIM…
Sporun en yoğun olduğu dönemde Spor Servisi Müdürü Soner MANAV kalıp Kıbrıs’a tatile giderse, patronun Soner beyle beni aynı kefeye koyabilme şansı var mı?
Yok tabi ki…
Safranbolu Ticaret Sanayi Odası Başkanı Erol ALTUNTEPE’ye de sordum, o da “Haklısın Titrettin Abi. KOÇ senin hakkındı” dedi… Sağolsun, objektif değerlendirmesi için…
Eski dostlardan İbrahim ULUPINAR’a denk geldim yolda, Koç meselesinde haksız mıyım abi? diye soracak oldum, o da “Sen menemene soğan koyar mısın? Ben soğanlı severim. Hele baharatını da bol atarım ki, offff, tadından yenmez” dedi… “Abi, Koçtan menemene nasıl geldi konu?” diyecektim ki, daha ben bunu diyemeden, “Çekilen sıkıntıların hepsi dış güçlerden, yoksa bizi bize bıraksalar gül gibi geçinir gideriz” dedi…
Demek ki neymiş, güneşin gökyüzünden dik açıyla geldiği saatlerde kimseye bişey sormaya gelmiyomuş… “Abi karşıda Metin ÇELİK’i gördüm, ufak bi işim var onunla, sonra devam ederiz” deyip uzaklaştım yanından… Allah muhafaza 2 dakika daha kalsam yanında, Ukrayna’dan girip, Amerika Başkanı Trump’a kadar giderdi konu…
AKIL BAKİ OLMAYANLARI ALIN ÇEVREMDEN…
Hazır Metin ÇELİK’ten konu açılmışken, o da bi tuhaf… Son 2 ay içerisinde 6 kez telefonla aradı beni… 4’ünde “Aaa yanlış aramışım, kapat telefonu” dedi…
Her seferinde kafamı çevirip sağa sola bakıyom, “Acaba kamera şakası mı yapıyo” diye… Yapmıyomuş… Bildiğin Arızalı Tip adam… En son aradığında “Akşam bize gelsene, balkonda oturur çay içeriz” dedi… Kalkıp gittim, kapı duvar… Telefon açtım, “Kapıdayım” diye, “Aaaa unuttum ben seni. Esentepe’ye geldim, arkadaşlarla kağıt oynuyom” deyip telefonu kapattı… Hele sabırrrr Tittrettin Abi, hele sabırrr…
Görüldüğü üzere benimde işim zor. Bana ABAKÜS’le başlatılan hayatın, devamının da böyle gelmesi normal değil mi sizce de?? Normal elbette… Hem ne demiş Erzurumlu Aşık Sümmani?
“Yoksulluk dediğin ömürler söker,
Katranı kaynatsan olur mu şeker,
Cinsi bozuk adam cinsine çeker,
Aslı kara demirden mücevher olmaz.”

Diğer yazımda görüşene dek kendinize çok iyi bakın…
