“Eski zamanın sararmış yapraklarında
Bodrum kata sığınmış izbe bir tavernada
Boğuk sesine hüzün sıkıştırmış şanssız
Bir o kadar da bakımsız
Dul bir şarkıcının dudaklarından sızan
Ağlamaklı sözlerdi
Hayatı anlamsız kılan
Herşey yalan”
Eski bir ajandada buldum bu dizeleri. 9 Nisan 2007 diye eklemişim. Neden yazdığımı da hatırladım. Henüz sosyal medya ve internet, akşamlarımızı çok meşgul etmezken ,elimde kumanda aleti, Hotbird uydusunda kanal kanal gezinti yapıyordum.
Siyah beyaz bir Arap kanalında takıldım.Fakir Arap ülkelerinden biri olmalı. Petrol zengini Kuveyt ve Katar gibi Arap ülkelerinin Tv kanalları ayna gibidir,böyle siyah beyaz görüntü pek denk gelmez. Eskilerden de olsa vermiyorlar. Bana rastgelmedi. Mısır diye düşündüm.
Nüfus fazla, milli geliri az ama şarkıya türküye meftunlar. Bizde 1970’lerden sonra meşhur olan birçok arabesk şarkı Mısır’dan apartmadır.
Kanala dönelim. Görüntünün kalitesizliğinden yüzü dahi zor seçilen siyahiye yakın oldukça esmer bir kadın şarkı söylüyordu.Bir kere genç değildi. Yaşlıydı. Fiziği de pek çekici değildi yani. Ama sesi güzeldi. Sesi çok güzeldi ve söylediği şarkı da anlamasak da hüzünlüydü.
Okuyanların aklına Mısır’ın Tanrıçası Ümmü Gülsüm gelmiş olabilir ama o değildi.Ümmü Gülsüm dolgun saçlarını arkada toplardı, bu şarkıcı kadın ise Emel Sayın gibi saçlarını kabartmıştı ,zaten daha esmerdi. Sonuçta gariban bir emekçi işte,ekmek parası için ucuz gazinolarda.
Ara ara orkestra üyelerine de bir göz atıyordu kamera, onlar da belli bir yaşın üzerindeydi.Hepsinin bir ortak yönü daha vardı. Tutkuyla çalıyor, söylüyorlardı. Bunları biraz da ben yakıştırıyorum. Öyle algılamak istemiştim. Bu yaşlı kadının hikayesinin derin olduğunu düşündüm. Bunu muhtemelen bizden de iyi bilen saz arkadaşları hep birlikte onun hüznüne iştirak ediyorlardı. Artık ben de ettim. Belki 50 yıl önce muhtelemen Kahire’de yaşanmış bir hayat sekansı Zamanda uçtu uçtu uçtu kaybolmadı 50 yıl sonra bir kişide daha hüzün yarattı.
Öylece bir şeyler karaladım. Bu dizeler o bahardan kalma.
Demiryolu çalışanı genç bir Fransız , 28 yaşında, bir hafta sonu gezmeye gittiği Portekiz’in başkenti Lizbon’da döküntü denebilecek bir barda iki kadeh içeyim demiş. Çakırkeyf olmaya çalışırken yatmadan önce. Farklı bir ses kulağına gelmiş. Loş ışıklarından zor seçtiği sahnede yaşlıca kiloluca siyahi bir kadın hafifçe bir şeyler mırıldanıyormuş.
Demiryolu çalışanı olmakla beraber müzik sektörüyle de irtibatı olan Fransız’ın çok ilgisini çekmiş şarkıcı kadın. Tanışmışlar. Şarkıcı 46 yaşında Portekiz’in eski sömürgelerinden Cape Verde’li ( Yeşil Burun adaları) dul bir kadın. İki çocuğu ve annesine bakabilmek için arada bir Lizbondaki bu barda hafta sonları şarkı söylermiş. Zaten son seansıymış ve memleketine, ailesinin yanına dönecekmiş. Genç Fransız ‘Paris’e gel “ demiş, “ bi şansını denersin “.
Kadın “46 yaşındayım olmaz” dememiş,”Ne kaybederim” demiş ve Paris’e gelmiş.
Orada burada ayarlanan yerlerde şarkılar söylemiş, beğenilmiş, sonraki yıllarda albüm yapmışlar buna. Albüm tutmuş.
50’sinden sonra şöhret olmuş.Tüm dünyada sahne almış. Çıplak ayaklı kontes demişler.
Cesaria Evora’dan söz ediyorum. Sıradışı bir tesadüfle sesi keşfedilmiş yaşlı şarkıcı. Müziğin Oskarı Grammy ödülünü bile almayı başarmış.Bakımsız değil ama .
Cesaria Evora (1941-2011)
Timur Selçuk’un “İspanyol meyhanesi” şarkısının da benzer bir hikayesi var. Hangisi önce derseniz Timur Selçuk önce. Ama hayatlar ortak. Ne çok benzer hayat var.
İspanyol meyhanesinde bir kadın, çığlık çığlığa şarkı söylüyor
Belli yıkılmış bir kadın, hayli çirkin, hayli geçkin, ağlamaklı
Zayıf, incecik elli, incecik belli, kalın dudaklı
Sesi bir tokat gibi patlıyor kulaklarımızda
Benim şarkıcım çığlık çığlığa söylemiyor yalnız. Sakin sakin yavaş yavaş okuyor.
Evora şarkıları aynı zamanda işbirliğinin şarkılarıdır, ritmin, uyumun şarkılarıdır. Beste, orkestra ve vokaller tam da ona uygun seçilmiştir ve ortaya Cesaria Evora efsanesi çıkmıştır.
Şu en güzel şarkılarından biri.
Lan genç Fransız ,iyi ki o barda o akşam bir şeyler içeyim dedin.