“Spor Tek Boyutlu Değil”

"Türkiye'de spor sadece futboldan ibaret değil! Yüzme, voleybol, cimnastik, tekvando, paralimpik branşlar ve daha birçok alanda elde edilen başarılar, ülkenin spor altyapısının ve spor kültürünün geniş bir spektrumda gelişebileceğini gösteriyor."

Türkiye’de spor denince zihinlerde beliren ilk görüntü, algı hâlâ futboldur…

Dünya genelinde de böyle, sporun toplumsal algısı, neredeyse tamamen futbolla sınırlı; oysa gerçek dünyada spor, bir sahadan çok daha büyük, bir golden çok, daha derin ve bir transferden çok daha anlamlı etkinlik, aktivitedir..

Akademik olarak spor; fiziksel gelişim, zihinsel direnç, sosyal uyum ve disiplini bir arada barındıran, bireyin ve toplumun ruhunu besleyen çok yönlü bir faaliyettir.

Ancak ülkemizde bu çok yönlülük, medya ve kamuoyu tarafından tek bir yöne—futbola—sıkıştırılmış durumda.

Oysa başarı, sadece çim sahalarda değil; havuzlarda, salonlarda, minderde, pistte, parkede, hatta paralimpik branşlarda da yazılıyor.

Hem de öyle başarılar ki, sadece madalya değil, umut da taşıyor.

Yüzme branşında genç sporcularımız Avrupa ve dünya şampiyonalarında finallere kalıyor, rekorlar kırıyor.

-Voleybolda “Filenin Sultanları” yalnızca Avrupa şampiyonu olmakla kalmıyor, aynı zamanda özgüvenin, çalışkanlığın ve takım ruhunun sembolü hâline geliyor.

-Cimnastikte Ferhat Arıcan ve İbrahim Çolak, Türk spor tarihine yeni bir sayfa ekliyor.

-Mete Gazoz’un Tokyo 2020’deki altın madalyası ise okçuluğu bir niş branş olmaktan çıkarıp gurur vesilesine dönüştürüyor.

-Tekvando, karate, güreş ve atletizm gibi branşlarda da dünya ve Avrupa çapında önemli dereceler alıyoruz ama fark edilmeleri için sosyal medyada viral olmaları gerekiyor! O da olursa tabii…

Ve paralimpik sporcularımız…

Onlar sadece sporcu değil, aynı zamanda toplumun göremediği engelleri aşan sessiz kahramanlar.

Sümeyye Boyacı’nın yüzmedeki örnek mücadelesi, Abdullah Öztürk’ün masa tenisindeki altın madalyaları, Sevda Altunoluk’un golboldeki liderliği bize yalnızca sporun gücünü değil, umudun da evrenselliğini gösteriyor.

Bakın, Umut Ünlü’nün kazandığı paralimpik olimpiyat madalyasına…

Bu başarı sadece bir spor zaferi değil; azmin, direncin ve Türkiye’nin farklı alanlarda da parlayabileceğinin en somut kanıtı.

Bu kadar gözle görünür başarı varken ne yazık ki tüm bu başarılar medyada birkaç dakika bile yer bulmakta zorlanıyor.

Çünkü İstanbul Medyası, o sırada İstanbul metropol kulüplerinin maçında ofsayt var mıydı, penaltı doğru muydu, teknik direktör neden gömlek giymemiş gibi  kendilerince “önemli” konular gündeme taşıyarak ekranlarını yada sayfalarını dolduruyorlar…

Bir çocuk yüzmede derece yapsa, “ne güzel hobi” deniyor.

Ama aynı çocuk futbol topuna tekme atsa, “Messi olacak bu çocuk!” nidalarıyla havalara giriliyor.

Ailelerin, okulların ve sponsorların futbola olan aşırı ilgisi, diğer branşların büyümesini sekteye uğratıyor.

Diğer branşlarda göz önünde olmayınca yetenekli bir çok çocuk ya keşfedilemiyor ya da ilgisizlikten sporu bırakıyor.

Oysa bir gerçek var, Türkiye’nin olimpiyatlarda alacağı madalya sayısı, Süper Lig puan durumuna göre hesaplanmıyor.

Gerçek başarı; sabah saat 06.00’da buz gibi havada antrenmana giden yüzücülerde, parkede ter döken voleybolcularda, minderde mücadele eden tekvandocularda ve engelleri yalnızca aşmakla kalmayıp yok sayan paralimpik sporcularda gizli.

Yada sabah vakti antrenmana çıkan atletizm yapan, gülle atan, ok fırlatan, salon sporları için çalışan binlerce ama binlerce adsız kahramanda gizli…

Artık hep birlikte şu soruyu sorma vaktindeyiz…

Biz gerçekten sporu mu seviyoruz, yoksa sadece futbolu izlemeyi mi? Futbolun kaosu içinde kendimizi ifade etmeyi mi?

Ne dersiniz….

Exit mobile version