Eski bir evde oturmak istiyorum.
Her şeyi eski.Hatta sertçe naftalin koksa daha da iyi.Nişane-i nezafet olur.
Pencerenin ahşap pervazları dökülmeli, arada canım sıkılınca kıymık kıymık soymalıyım, kapatınca pencereyi, aralık kalan yerlerden içeriye yağmur serpmeli.
Toprak kokusu da gelir hem.
Sadece bir çay kupası olmalı, porselen. Yıkayıp yıkayıp aynısından çayımı içmeliyim.
Birkaç sıra raf, mutfakta. Tel dolap. Az malzeme olsun ki sığışsın.
Yerinin kralı bir plak olmalı, sevdiğim sanatçıları plaktan dinlemeliyim.
Plak deyince plak, Gürbüz abinin plağıdır.1950’lerden kalma.
Gürbüz abi benim Konya zamanımdan komşumdu, NATO emeklisi bir motor ustası.
Her birimiz sağa sola savrulduktan sonra diyaloğumuz devam etti. Bir iki kez İstanbul’da, bir kez Bandırma’da buluştuyduk.
Vahi Öz’e benziyordu. Çok babacandı .İyi de yemek yapardı ha.
Mesela böğrü kara.
İlk onun elinden yedim ben bunu. Adını da ilk duydumdu , öyle kaldı aklımda.Böğrü kara. Zeytinyağlı .
Bir kış günü, Konya’nın sabah ayazındayım, yeni araba almışım ,daha doğrusu kazıklanmışım bir akrabamdan ,taksi bozması Murat 131 . 06 ARN seventy six.
Araç sabah çalışmıyor, sıcaklık eksilerde, çalışmayınca boyuna gaza basıyorum çaylak çaylak. Boğuyorum.
Gürbüz abi pencereden beni izlermiş,zemin katta otururlardı,kızının üniversite eğitimi için geldiği kentte ,geçici yerleştiği apartmanda :
“Doktor gene boğdu ” dermiş.Ben de dolmuşa yallah. Dayanamadığı bir sabah gocuğuyla çıkmış geldi, nazikçe “günaydın” deyip yaptığım hatayı anlattı.
Sonra biraz biraz boğmamayı öğrendim. sonra kurtuldum bu meretten. Kulağı kesik Adanalı bir abi vardı, tövbe etmişlerinden ” Habib bu arabayı hemen sat ,kurtul, bunun içinde alem yapmışlar “dedi.
Camlarına siyah adi film çekilmiş, tavanında sigara izleri birikmiş, ondan biliyormuş tecrübeli Adanalıyık.
Gürbüz abi Gürbüz abi bir süre görüşemedik senle , o aralarda hep kaybedeceğimizden korkar, zor zor sorardım, by-pass olmuştu, sonra yine uzun bir aradan sonra Gülsüm abla “maalesef” dedi.Kaybettik.
Gürbüz abi yattığın yerde huzur içinde uyu.Senin tertemiz kullandığın eski plağında Kamuran Akkordan dinlediğim “saymadım kaç yıl oldu sen ellerin olalı “şarkısı ne zaman tıngırdasa zamandan sıyrılıp aklıma düşüyorsun sevimli çehrenle.
Ev diyordum eski bir ev.Evet.
“Karabük’te eski bir evin avlusu
Küçük bahçemizde şakırdayan su
İki keklik, bol bol erik iki dut
Kırk yıl kırk yıl süren bir umut”
( Bakınız:Ahmet Hamdi Tanpınar: Bursa’da Zaman)
Kapıların ahşapı şişmeli ve zor kapanmalı.Bazen sıkıca çarpacaksın ki kapansın.
Verandada hafif bir şeyler okunabilir. Şeker Portakalı münasiptir. Zeze ve Portekizli belki rüyana girer şekerlemede, iyi uyanırsın.
Yeşil soğanın dallarını taze bir ekmeğin arasına koyup çıtırdatmalıyım.
Az tuz serp içine ,zelletli olur.
Annem zelletli der. Zelletli aslında daha dolgun. Zelletli. Z zellet için ilk harf olmalı.
Annem haklı. Lezzetli değil, zelletli.
Öğle yemeğine çağrılmalıyım,salatalığın kokusunu eve girmeden hissetmeliyim.Salatalığın üstünden küçük bir parça kesip, büyük parçanın üst yüzeyine biraz sürtelersin. Acılığını giderirmiş.
Şişkinlik, reflü zart zurt nedir kimse bilmemeli.Reflü ne ya? Başlatmayın reflüsüne. Şimdi çocuklar bile biliyor.
Geçen hafta daha 14 yaşında bir kız çocuğu reflüm var dedi. 4 tane mide ilacı kullanıyor.Yüce Tanrım. Lanet olası katkı maddeleri ve stres.
Akşamları birbirine bağıran adamları dinlememeliyiz.
Radyo tiyatrosu iyidir. Sefiller nasıl? Victor Hugo ‘dan.1862 Paris’i. Filmi de var, kitabın yerini tutmuyor.
Sefillerde unutulmaz bir sahne var, şu : Başkahraman Jan Valjean ,evinde konuk olduğu papazın değerli birkaç eşyasını çalar, eşi sabah farkedip çok üzülür, bir süre sonra polisler Jan Valjean’ı çaldığı değerli eşyalarla yakalarlar, papazın evine götürürler.
Papaz, o eşyaları Jan Valjean ‘a hediye ettiğini, bunun hırsızlık olmadığını söyler. Polisler Jan Valjean’ı bırakırlar.
Jan, papaza ” neden kurtardınız beni” dedi. Papaz ” bu yaptığın duyulursa hiç kimse fakirleri evinde konuk etmez bundan sonra bu olsun istemedim “der.
Güvenmek , birine güvenmek sonsuza kadar yok edilmemeliydi değil mi Jan ?
Çalışırdık formika çok işlevli masada, herşeyin masasında, yemeğin,derslerin,çay ve meyvelerin masasında, abimin, ablamın da masasında. Yazılıya ,sınava, ÖSS’ye hazırlanırdık.
Her şey dümdüzdü. Düz ve yalın. Sade.
Sorular vardı, cevaplıyordun, oluyordu, kolaydı.