Büyük bir milletiz biz…
Dünyanın en zengin topraklarında, kültürü, gelenekleri, tarihi çok zengin bir memleketteyiz. Onlarca, yüzlerce halka, millete, kavme ev sahipliği yapmış, geleni kucaklamış, geleni bağrına basıp kardeş saymış bir coğrafyada yaşıyoruz…
Belki olağanüstü hoş görümüzden, belki efkârı, hüznü de zenginlik bilip sineye çektiğimizden, gafletimiz, delaletimiz de bol…
Bir süredir şehir merkezine inerken toplu taşımayı kullanıyorum.
Dün akşam Kızılay’da iki güzel insanla oturup dertleştik; birbirimize içlerimizi açtık.
Dönüşte, Ankaray’a binmek için alt geçide girdiğimde tulum sesi karşıladı beni…
Genç bir kardeşimiz, şişirmiş tulumunu, Karadeniz yaylalarını, Karadeniz dalgalarını, Anadolu havalarını getirmişti şehrin göbeğine. Bir ayağıyla da tempo tutuyor; alın şu tulumu siz çalın da ben biraz oynayayım diye bel kıvırıyordu sanki…
Coşkuyla, heyecanla, toplumsal bir kardeşlik duygusuyla doldu içim. Sarılıp öpesim, tulum çalan gencin elinden tutup horon tepesim geldi…
Az sonra bindiğim raylı vagonda da bir gitar sesi yükseldi. Başka bir kardeşimiz Bursa yıllarında bir ameliyatını yaptığım, oturup biraz sohbet de ettiğim o güzel insana, o halk bilgesine, Âşık Reyhani’ye ait bir parçayı çalıyordu.
Düşündüm kendi kendime… Doldu içim; bir kez duygulandım.
Bu toprakların zengin tarihini, birlikte yaşamış halkları, milletleri düşündüm…
Türkü, Kürdü, Lazı, Rumu, Ermenisi, Yahudisi, Arabı, Süryanisi, Çerkezi, Acemi, Arnavutu ile dünyanın en güzel komşuluk örneklerini vermiş, birbirini baş üstünde ağırlamış, yemeyip yedirmiş, içmeyip içirmiş güzel ve çok zengin kültürümüzü düşündüm.
Her gelenden bir ses almış, her gidenden bir ses katmış kendine…
Sahip çıkamamış ama o güzelliklerine, gözü başka yerlerde, sözü yalana karışmış birilerinin kışkırtmasıyla, birilerinin kutsal bildiği şeyler üzerine çevirdiği dolaplarla bir düşmanlık, bir kin icat etmiş, oyunlara gelmiş…
Gelmeye de devam ediyor hâlâ…
Dünyanın kanlı sömürgenlerinin, yeryüzünün bütün yeraltı ve yer üstü kaynaklarına konmak isteyen emperyalizmin, çıkar için ona avadanlık etmiş işbirlikçilerinin kurduğu tuzaklarda yönünü, yolunu karıştırmış…
Ne işi varmış bu ülkenin fidanlarının başka ülke topraklarında, ne işimiz varmış bizim, elin etlisiyle, sütlüsüyle, bize neymiş şu ülkeyi kimin, ötekini kimin yönettiğiyle…
“Yurtta barış, dünyada barış” diyen bir kahramanın kurduğu bir Cumhuriyet’in nimetlerinin değerini de bilememişiz.
Bizi bir arada tutacak laikliği, kadın haklarını, karma eğitimi, eğitim birlikteliğini, herkesin kendi diliyle, kendi kültürüyle özgürce seslenme ve halkların kendi kaderini belirleme hakkını, tüm bunları başucu yörüngesi yapıp kendi kültürüyle evrensel bilgi ve estetik arasında köprü kurmuş, üreterek öğrenmeyi ilke edinmiş Köy Enstitüleri’ni yele vermişiz, küle çevirmişiz…
Bu tulumlar, bu çalgılar, bu oyunlar, bu halaylar, bu horonlar, atalarımızdan, dedelerimizden, nenelerimizden bize kalmış güzel gelenekler çizsin artık yolumuzu…
Dur diyelim kötülüklere, yeter diyelim ikiyüzlülüklere…
Bu kara haberleri, bu gamı, bu kederi hat etmiyoruz biz…
Gününüz aydın, gününüz barış, gününüz sevgi olsun…
04 Şubat 2020, Alper Akçam