Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya

Yarınlar İçin

Yazmak belki de kolay

Yazmak belki de kolay görünür. Ancak Kamuoyu ile paylaşma ve bilgi aktarma konusunda zorlukları vardır…

Kamuoyunu basın meslek ilkeleri çerçevesinde doğru, dürüst ve tarafsız bir şekilde objektif bilgilendirme yapan gazeteciler, saygın bir meslek icra ederken, öte yandan ilk saldırı hedefi olurlar….

Maalesef..

Zordur birde, Anadolu da gazetecilik..

Kirli oyunlara dur diyebilmek, ifşa edebilmek, haklının yanında kalıp, hırsızı, soysuzu yazabilmek…

Zordur..

Çünkü onların parası vardır, gücü vardır, güçleri vardır…

Vardır… Vardır…

Yine de zoru severim ben…

Sık sık aynaya bakarım… Kaç yaşındayım, nasıl görünüyorum? Diye..

Kimine göre yaşıma göre genç, kimine göre olgun karizma.

Kimileri de son 5-6 yıldır çöktün, yaşlandın der…

Aslında ne gencim ne yaşlı… Bana soracak olursanız ben sadece bu devrin insanı değilim…

Benim ruhum halen mektupları seviyor, felsefi yazılardan yana meyilim…

Yağ satarım bal satarım derken mendili sevdiğimin arkasına bırakıp nazire yapmayı bugünde olsa yine seçerim…

Nedendir bilmem ama 45 lik yada longplay  plaklardan dinleyince müziği ruhum gıdasını buldu derim..

O halkın öz müziklerini dinlerken kendime gelirim..

Hala merhameti baz alıyor, hala minnet vefa arıyor, gülümsemeyi, yardımlaşmayı paylaşan akrabaları, komşularımı ararım..

Sabahları bayiden bir gazete alırken mutlu oluyor, Kitap kokularında huzur buluyorum..

Düşünüyorum, nezaket güler yüzlü olmak, açı-açığı korumak, haksızlığın karşında durmak-özür dilemeyi bilmek, dahası haddini hududunu bilmek neden zor?

Neden kolayı varken zoru seçer İnsanlar…

Oysa, Okullarda defter aralarında kurutulmuş güllerin kokusu, Camilerde siyaset yerine ruhun temizliği, olurdu  eskiden..

Birdir bir oynanırdı sokaklarında güç alınırdı birbirinden ve yağ satarım bal satarım diyerek toplumun bir parçası olduğumuzu anladığımız oyunları paylaşırdık eskiden..

Dağlarına bahar gelmiş memleketimin denirken, bütün dünya buna inansa bir inansa hayat bayram olsa diye umut ederdik eskiden..

Paraya aşık olunmayan arkadaşlıklarda ne rüşvet tanırdı ne de soysuzluk vardı.. Tek heyelan toprakta olur İnsanlık yaşamazdı ’kaymaları-kayışları’ eskiden..

Eskiden çocuklara “büyüyünce ne olacaksın?” diye sorulurdu. Şimdi “Büyüyünce nasıl zengin olacaksın? Diye  soruluyorsa eğer hızlandırılmış zengin olma kursları, babadan çocuğuna indirimli verilmeye başlamış demektir..

Çocukken kazandıklarını yaşlandıkça kaybeden büyükler ülkesinde, hayat tersine çeviriyor filmi sanki…

Para bir toplumun en büyük ahlaksızlığı haline gelmişse eğer orada yeni bir dünya kurulmuştur demektir ve O dünyanın adaleti de yoktur, asaleti de.

Ona yanarız..

Biz ise farklı büyütülmüştük, ‘hayatın anlamı sadece belini doğrultmak değil, her türlü şartta dik durmak’ olduğunu öğrenmiştik büyüklerimizden..

Aslında, delikanlılık yıllarımızın kitaplarını yeniden okumalıyız belkide.

Dostoyevski’den ‘ Yasaklara karşı başkaldırmayı’ Ömer Seyfettin’in Diyet ’ini mesela okumalıyız ve kesip atmalıyız çıkar ve menfaat dostluklarını..

Birer birer…..

Yarınlar İçin….

Arşiv-1999